Atasözleri Yanılmaz, İşleyen Demir Pas Tutmaz!
Atasözleri…Aslında insanoğlu çağlardan beri edindiği deneyimi
bizlere aktarırken bilim de bir yandan bu deneyimin altında yatan gerçeği
açıklamaya çalışıyor. Bu yazıya ilham kaynağı olan atasözü ise “İşleyen demir
pas tutmaz.”
Bu atasözünün altında yatan çok farklı manalar olsa da esas
olarak sürekli hareket halinde olan bir sistemin kolay kolay bozulmayacağını
anlatıyor. İnsan vücudu da dünya üzerindeki en karmaşık sistemlerden biri
olduğuna göre bu sözü kendimize uyarlayabilir miyiz acaba?
Hemen evet ya da hayır demek istemiyorum. Onun yerine size
durumu geçmişten örneklerle açıklamaya çalışayım.
Şimdi tarihte bir yolculuğa çıkalım ve insanlık tarihinin başladığı
noktaya gidelim. O çağlarda insanlar avcılıkla uğraşıyor, vahşi hayvanlardan ve
savaşçı kabilelerden kaçıyordu ve günün çok büyük bir bölümünü yürüyerek
geçiriyordu. Sonra yerleşik yaşama geçildi ve insanlar bu kez tarımla uğraşmaya
başladı, günlerce süren hasatlar, toprağın kazılması, ekilmesi, bakılması… Bu
insan vücudu için çok büyük efor gerektiren bir yaşam biçimiydi. Günümüze
yaklaşırken sanayi devrimi gerçekleşti ve insanın günlük yaşamda kendi yaptığı
birçok işi makinelere devretmesine sebep olan bir süreci başlattı. Günümüzde
ise artık herhangi bir işi yapmak için oturduğumuz yerden kalkmamıza bile gerek
kalmadı, tek bir tuşla her işimizi halledebilir düzeye geldik.
Teknolojik değişimin insan hayatına getirdiği kolaylıkları
kesinlikle inkar etmiyorum (Hatta ben de şu an fikirlerimi sizinle
paylaşabilmek için oturduğum yerden klavyedeki tuşları dövüyorum ☺ ). Ancak
insanlık tarihine bakıldığında bazı hastalıkların modern yaşam biçimiyle ortaya
çıktığı, bazı hastalıkların da eski zamanlarda çok nadir görüldüğü
keşfediliyor. Örneğin kalp hastalıkları, şeker hastalığı, tansiyon problemleri,
KOAH, astım gibi bir çok hastalığın son 60 yılda görülme sıklığının hızla
arttığını biliyoruz.
Böylelikle en başta sorduğum soruya dönüyorum yeniden: İnsan
vücudu hareketsiz kaldıkça paslanır mı?
Teknolojik gelişmeler artık insanları sürekli oturmaya, masa
başı çalışmaya itiyor. Ofis yaşamı sağlığımızın en büyük düşmanı! Gündüz
kuşağı, akşam kuşağı, evlenme programı vs. derken televizyon; hem gününün
çoğunu evde geçiren, hem de işten çıkıp eve gelen insanları koltuğa bağlayan en
büyük neden. Tabi stres, bunalım, depresyon, yorgunluk derken duygusal
sebeplerle de insanlar evden dışarı çıkmayı reddediyor. E bütün bu faktörleri toplayınca
ne oldu peki? Sürekli oturan hatta yatan, hayattan keyif almadığı gibi
hastalıklara bağlı olarak yaşam kalitesi düşen hareketsiz bir canlı (Hatta
bazen canlı olduğunu anlamak için nabzına yada nefes alıp almadığına bakmak
bile gerekebiliyor ☺ ) . Bunun için İngilizce bir tabir dahi var: Couch Potato
yani koltuk patatesi ☺ (Kaba tabirle; hiçbir iş yapmadan sürekli oturan,
televizyon izleyerek vakit geçiren faydasız kimse olarak tanımlayabiliriz).
Otobüse Yetişmek Ya da Acile Yetişmek, Tercih Sizin!
Açıklamaya şuradan başlayayım; sakin sakin caddede
yürüyorsunuz ve bineceğiniz otobüsün durağa geldiğini gördünüz. Otobüse
yetişebilmek için koşmaya başlıyorsunuz ve bir anda kalp hızınız çok artıyor,
nefes nefese kalıyorsunuz, kaslarınızda hafif sızlamalar başlıyor. Ancak
mucizevi bir biçimde hiçbir sorun yaşamıyorsunuz sadece birkaç dakika
dinlendiğinizde bütün metabolizmanız normale dönüyor.
“Daha iyi ya, ihtiyaç olursa yedekte bir şeyler var ne güzel” diye düşünebilirsiniz şimdi. Ama durum hiç öyle değil maalesef. Birkaç gün
istirahatte kalmak (sporcularda da görüldüğü üzere) dekondüsyona sebep olur,
yani normal günlük temponuza ayak uydurmakta güçlük çekersiniz. Ancak bu süreç
geçici sayılabilir. Biraz yüksek tempoda gününüzü geçirmeye başladıkça tekrar
alışmaya başlarsınız. Eğer bu istirahat süresi biraz uzarsa bu durumda
vücudumuz geri dönüşünün oldukça zor olduğu bir sürece girer. Kalbimiz,
akciğerlerimiz, bütün vücudumuz bu hareketsiz yaşama alışır ve en ufacık bir
eforla (örneğin marketten eve 1 kilo portakalı taşırken ya da 10 basamak
merdiven çıkarken) bile zorlanmaya başlar.
Kalbim Tekliyor Ama Olsun, Cildim Oldukça Parlak !
Aslında baktığınızda hareketsiz yaşam, yaşlanmayla oldukça
benzer sonuçlar açığa çıkarıyor. Yani kendimizi yormamak için hareketsiz
kaldıkça vücudumuzun yaşlanma sürecini hızlandırıyoruz. Düşünsenize yüzünüz 25
yaşında gösterirken kalbiniz ve akciğerleriniz 45 yaşındaki bir insanla aynı
kapasiteye sahip… Yani yaşlanmayı geciktiren kremlerle cildimizi korumaya
dikkat ediyoruz ama hayat kaynağımız olan organların gençliğini hiçe sayıyoruz
maalesef.☹
Özetleyecek
olursak sürekli dinlenme halinde geçen günler;
Kalp hızımızda geri dönüşü oldukça
zor olan yavaşlamaya,
Nefes alabilme yeteneğimizde
azalmaya,
Kaslarımızda zayıflamaya ve
ağrılara,
Sürekli düşük seyreden tansiyon
değerlerine,
Kilo alımında artış ve kilo vermekte
zorlanmaya,
Depresyon, mutsuzluk, yorgunluğa
neden olur!
Ne Kadar Hareketliyim Acaba ?
Peki hareketli ve hareketsiz yaşam kavramı tam olarak neyi
ifade ediyor? Aslında bunun tanımlanmasında Fizyoterapistlerin kullandığı bazı
bilimsel değerlendirme yöntemleri var ancak basitçe gün içerisinde ne kadar
oturduğunuz ve kaç adım attığınızı temel alan bir sistemle hareketli ve
hareketsiz olmayı ifade edebilirim.
Bunun için ilk yöntem pedometre (adımsayar) ya da akıllı
telefonlarda bulunan adımsayar uygulamaları. Yarın ilk iş bu yöntemlerle gün
içerisinde kaç adım attığınızı hesaplayın. Eğer gün içerisindeki adım sayınız
10.000 ve üzerinde ise hareketli bir yaşam sürüyorsunuz demektir. Eğer adım
sayınız 7.500 - 10.000 arasında ise kendinize biraz dikkat etmelisiniz. Ancak
adım sayınız 5.000’den az ise bu kesinlikle gün içerisinde pek hareketli
olmadığınızı gösteriyor.
Bu nedenle mutlaka bir Fizyoterapist tarafından gerekli
değerlendirmeler ışığında günlük aktivite düzeyiniz belirlenmeli ve uygun bir
egzersiz programı ile gün içerisinde yeterince aktif kalmanız sağlanmalıdır.
Yani baktınız adım sayınız düşük çıktı hemen kafamıza göre gidip spor salonuna
yazılmıyoruz, öncesinde bir Fizyoterapiste danışıyoruz. Fizyoterapistimiz
çeşitli değerlendirmeler uygulayarak egzersiz kapasitemizi belirliyor ve yalnızca
bize özgü bir program düzenliyor. Şimdi diyeceksiniz ki “Niye bir de
Fizyoterapiste gidelim ki, spor salonundaki spor eğitmenleri de bize bir
program çiziyor”. Aslında Fizyoterapiste danışma gerekliliği “kişiye özel
program” konusundan kaynaklanıyor. Örneğin tansiyon problemimiz olduğunda doğru
ilacı ve dozu, günde kaç kez içmemiz gerektiğini doktora danışıyoruz değil mi,
çünkü bu sorulara en doğru cevabı ancak bir doktor verebilir. Egzersiz de bir
çeşit ilaçtır aslında ve en doğru biçimde bir Fizyoterapist tarafından reçete
edilir.☺ Nasıl tansiyon ilacını işinin uzmanı olmayan birine sorarak
içmiyorsak egzersiz programını da bir Fizyoterapiste danışmadan planlayamayız.
Sonuç olarak sağlıklı yaşam için egzersiz, egzersiz için Fizyoterapist şarttır!
Fzt. Furkan ÖZDEMİR
Yorumlar
Yorum Gönder